Ferhan YILDIZ
Eski doğu bloku ülkelerinin takımları Fenerbahçe’ye oldum olası ters gelir. Hafızalarımızda bu tip takımlarla oynanan, kötü anılarla hatırladığımız maçlar var. Geçmişten gelen bu kaygı bakiyesinin üstüne bir de eksik kadro sorunu eklenince, Slavia maçı Fenerbahçeliler için büyük bir endişe yumağına dönüştü. İlk düdükten itibaren, endişelerin yersiz olmadığı da görüldü. Fiziki yeterlilik ve sertlik konusunda oyunun başından itibaren sahaya ağırlığını koydu, kimliğini yansıttı Çek ekibi. Slavia Prag’ın UEFA ligi sıralamasındaki konumu aldatıcı olmasın. Bu takım, Avrupa’nın başaltı takımlarının tamamına kök söktürür.
Oyun planı olarak, rakibin hücum eden kanatlarını kademeli savunmayla durdurup, topu ortada Szymanski ve Fred’e ileterek, Maxim’i koşturmayı düşünmüş hoca. Olmadı. Mert ve Osayi’nin tuttuğu kanatları İsmail Yüksek defansif anlamda desteklemeye çalışsa da ortalar yağmur gibi geldi. Slavia’nın kulesi, Djiku ve Samet arasından, Livakovic’in de bakışları arasında birkaç net vuruş yapmayı başardı. Sürekli gol girişiminde bulunan, sürekli kaleyi deneyen Slavia takımının erken bulduğu gole, Dzeko’nun izleyicileri, Roma’da otuzlu yaşlarının hemen başına götüren vuruşuyla yanıt vermeyi bildi Fenerbahçe. Alman hakemin hatıramızda yine silinmeyecek bir yer eden, Ivan Babek’i çağrıştıran performansını da unutmamak gerek. Biraz kısmet biraz da bireyse kalite farkıyla, soyunma odasına eşitlikle gidildi. Bütün bu faktörleri bir arada değerlendirince, Fenerbahçelilere “Herkes bir puana razı mı?” diye sorulsa, ilk yarıyı izleyenlerin ezici çoğunluğu “Evet” derdi muhtemelen.
İkinci yarı başlangıcında Jose Mourinho bir oyun anlayışı değişikliğine gitti. Kanatları asiste etme görevi İsmail Yüksek’ten alındı ve takım savunması neredeyse bir bölge daha ileride kuruldu. İsmail Yüksek orta sahadaki kavganın içine bütünüyle sokulunca, Slavia’nın topu kanatlara aktarabilme yüzdesinde belirgin bir düşüş oldu. Samet ve Djiku ikilisi ileri çıkıp, rakibi önden almaya başladıkça, Çek ekibinin üretkenliği ve pas trafiği açıkça sekteye uğradı. Osayi Samuel’in de genç Malick Diouf’a ikili mücadelelerde galip gelmeye başlamasıyla oyun bütünüyle dengeye oturdu. Oyuna sonradan giren Yusuf En-Nesyri’nin gol vuruşuyla Fenerbahçe çok ihtiyacı olan üç puana kavuştu.
Maxim’e bir parantez açmak gerek. Topu ileri taşıma noktasında son derece becerikli bu oyuncu, kaliteli ve fark yaratacak son kararı verme noktasında sorun yaşıyor. Son çalımı belki gücü tükendiğinden doğru atamıyor ya da ideale yakın pas zamanlamasını sürekli kaçırıyor. Doğru zamanlamada pas atmayı bir kere başardığında, Szymanski topu Dzeko’ya iletti ve gol geldi. Mourinho bu genç adamın bu eksikliğine biraz eğilirse takıma büyük bir değer katmış olur.
Fenerbahçe maçı, teknik direktörün kısıtlı kadro imkanları içerisinde risk alarak, verdiği yönetsel kararla çevirdi ve sıralamada yerini üstlere doğru taşıdı. Diyorlar ya moda tabirle, “Hocaya yazar” diye. Dün geceki üç puanı da Jose Mourinho’ya yazmak doğru olur.